Başarılı Japonya gezisine Türkiye'deki iç siyasi-hukuki gelişmelerin gölgesi düştü. Sayın Cumhurbaşkanı iki gün boyunca devlet adamlarına ve Japonya'nın (ve dolayısıyla dünyanın) en büyük şirketlerinin tepe yöneticilerine şu mesajı vermeye çalıştı: Türkiye, AB ile üyelik müzakerelerini yürüten demokratik bir hukuk devletidir. Yapacağınız yatırımlar anayasal güvence altındadır. 2007 yılında ülkemize 22 milyar dolarlık doğrudan sermaye girişi olmuştur. Ne yazık ki Japonlar henüz Türkiye'ye gelmiş sayılmazlar.
Japonlar kibar insanlar; en azından bu görüntüyü vermeyi çok iyi becerebiliyorlar. Fakat mahrem kapılar ardında Sayın Cumhurbaşkanı'na neler sorduklarını tahmin edebiliyorum. Bir ülkede halkın yarısının desteğiyle kurulan bir hükümet şöyle dursun; halkın beşte dördünün desteğini almış bir Meclis çoğunluğunun yaptığı bir düzenleme bile "yasal çerçevede" rafa kaldırılabiliyor. Böyle bir ülkeye yatırım yapılabilir mi?
Gezi boyunca Japonya'nın bugünü kadar tarihiyle de alakalı kitaplar okumaya çalıştım. 24 yıl önce ilk geldiğimde çantamda Robert Bellah'in Tokugawa Religion başlıklı ünlü çalışması vardı. Bellah o eserinde (Max Weber'den yola çıkarak) Japonya'da, kapitalizmin ortaya çıkışını kolaylaştıran Protestanlık benzeri bir inanç sisteminin olup olmadığını araştırıyordu. (Bu husustaki yazılarımın bir kısmı benim Birey, Burjuva ve Zengin başlıklı kitabımda yer alıyor.)
Bu gezide çantamda Bellah'in son eseri var: Imagining Japan (Japonya'yı Tahayyül Etmek). Ünlü sosyologun yarım yüzyılı aşan araştırmalarının sonucunu bir cümle ile özetleyecek olursam, şöyle derim: Japonya'nın başarısı da başarısızlığı da su tarihsel özdeşliğin neticesidir: Tanrı imparatordur, imparator devlettir, devlet toplumdur, toplum bireydir. Kozmoloji, siyaset, sosyoloji ve psikoloji iç içe geçmiştir.
Gezi boyunca modern Japonya'nın 1868'deki Meiji Restorasyonu ile başladığı anlatıldı. Bellah'in da vurguladığı gibi, bu görüş hatalıdır. 270 beyliğe ayrılan dağınık Japonya'yı birleştirerek güçlü bir devlet oluşturan, Tokugawa Iyeyasu'dur. Kısmen Osmanlı hanedanına benzetebileceğimiz Tokugawa hanedanı, imparatoru ortadan kaldırmadan ülkeyi 1600'den 1868'e kadar başarıyla yönetti. Iyeyasu'yu nedense biraz Osman Gazi'ye, fakat daha ziyade Sultan Alparslan'a benzetirim.
Japon tarihinin (Hideyoshi ile beraber) en büyük cengaveri kabul edilen Togugawa Iyeyasu, rivayete göre son büyük savaştan sonra bir daha ata binmemiş. Düşünün, bütün hayatı at üstünde gecen bir komutan nihai zaferden sonra ata binmiyor. Gerekçesi şu: Bir savaş at sırtında kazanılır, fakat bir ülke at sırtında yönetilemez. Attan inecek ve ülkeyi uygun siyasetle idare edeceksiniz.
Malazgirt cengaveri Alparslan'ın oğluna Melikşah adını takmış olması da aynı cümledendir. Kendi adı savaşı simgeliyor: Alp ve Aslan. Oğlunun adı buram buram siyaset kokuyor: Melik ve Şah. Gelecek nesillere mesajı şudur: Savaşı kazandınız. Attan inin, Arap ve Fars devlet geleneklerini özümseyin ve bu toprakları idare edin.
Türkiye ile Japonya arasındaki farkı tek cümlede özetleyip sözü bağlıyorum: Japonlar en ileri sanayi toplumu asamasında bile Tokugawa Iyeyasu'ya kulak veriyor; Türkler ise ne Alparslan'ı hatırlıyor, ne Meliksah'ı.
Mustafa ÖZEL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder